Felsefe sözcüğü eski Yunancadan Arapçaya ve bu dilden Türkçeye geçmiştir.
Sözcüğün Yunanca aslı “philosophia”dır ve iki ayrı sözcükten oluşur; “Philio” sevgi anlamına gelir; “sophia” ise, “bilgelik” ya da genel olarak “bilgi” demektir. Öyleyse “philosophia” bilgi ve bilgelik sevgisi, aşkı anlamına geliyor. “Philosophos (filozof) da “bilgeliği seven”, “bilgiyi arayan ve ona ulaşmak isteyen kişi”dir.
Eski Yunanca ”sophia” sözcüğünün yalnızca kuru ve soyut bilgi anlamına değil; akıllıca davranmak, aşırılıklardan kaçınmak, kendine egemen olmak ve kötü durumlara göğüs germeyi bilmek anlamına geldiğini de özellikle belirtmeliyiz.
Demek ki filozof, yaşamın anlamını bulmaya ve bu anlama uygun biçimde yaşamaya çalışan kimsedir.
Felsefenin amacı da yalnızca kuramsal (teorik) bilgi elde etmek ve vermek değil; doğru davranışlarda bulunmamızı sağlamak: ahlaklı yaşamanın yollarını öğretmektir.
Eski Yunan düşüncesi, bilgi ile bilgelik; bilmek ile istemek (ahlak) arasında sıkı bir ilinti görüyordu. Sokrates, bundan ötürü “kimse bilerek kötülük işlemez” diyordu.
Demek ki felsefe sözcüğünü başlangıçta taşıdığı anlam içinde ele alırsak yalnızca bilmenin değil, ahlaka uygun ve mutlu bir yaşam sürmenin de söz konusu olduğunu, felsefe denince, sağlam bilgiler edinme çabası kadar doğru, ahlaklı ve mutlu yaşama çabasının da göz önünde tutulduğunu kavrarız.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, sözcükteki temel anlam, “philosophia” nın, bilgi ve bilgeliğe duyulan “sevgi” ya da “dostluk” olmasıdır. ”Philosophos”a yani filozof, şu ya da bu koşula, duruma, ya da kişiye bağlı olarak değişiklik göstermeyen, yani şuna ya da buna göre olmayan mutlaka doğruları ve kesin bilgileri bildiğini ileri süren bir kimse değildir. Bunun tam tersine bilgiyi ve bilgeliği arayan, seven. Ele geçirmek isteyen kimsedir. “Philosophos” sözcüğünü, ilk olarak, lsa’dan önce altıncı yüzyılda yaşayan Yunan düşünürü Pythagoras’ın kendisi için kullandığı söylenir. Pythagoras, bu sözcüğü kullanırken, mutlak doğruları elde etmiş bir kimse değil, bir bilgi arayıcısı ve bilgelik âşığı olduğunu belirtmek istiyordu. (Bu sözcüğü, ilk olarak Herokleitos’un kullandığı da söylenir.)
Demek ki filozof, herhangi bir şeye ve kimseye; ortaya çıktığı zamana ve yere göre değişmeyen mutlak bilgileri ve doğruları bulduğunu düşünerek mutluluk duyan bir kimse değildir. Ama hiç bir şeyin bilinmeyeceğini düşünerek sınırsız bir kuşkuya (şüpheye) düşen bir kimse de değildir. Felsefe tarihi boyunca, mutlak bilgilere ulaştıklarını düşünen ve son sözü söylediklerine inanan birçok büyük filozofun ortaya çıktığını göreceğiz. Her şeyden kuşku duyan ve hiç bir şeyin bilinemeyeceğini ileri süren düşünürlerle de karşılaşacağız. Ama felsefenin gerçek ilerleyişinin, kesin ve mutlak bilgiler ortaya koyduklarını söyleyen filozofların görüşlerindeki yanlış ve eksik yanlarla: her şeyden kuşku duyduklarını ve hiç bir şey bilmediklerini söyleyen düşünürlerin görüşlerindeki doğru yanlardan geçerek kendin` ortaya koyduğunu da göreceğiz. Bu filozoflara ve düşünürlere rağmen ve aynı zamanda onlar sayesinde, “felsefe”nin kendini sürekli olarak derinleştirmesine; yani insan düşüncesinin sürekli olarak kendisine eğilip, kendisini bilinçli duruma getirmeye yönelmesine tanıklık edeceğiz.
Bu bakımdan, gerçek filozofun, edindiği bilgileri yetersiz bulan, tedirginlik duyan, ama yine de arayan ve sürekli olarak eleştiren bir kimse olduğunu göreceğiz. İnançların, törelerin ve alışılagelmiş düşünce biçimlerinin dışına çıkamayan; bunlara körü körüne yani bilinçsizce bağlı olan kimse, doğrunun (hakikatin) ve bilginin ne olduğunu kesinlikle bildiğine inanır; bunlardan kuşku duymaz. Filozof ise, kendisine şu ya da bu biçimde kabul ettirmiş olan ya da sunulan inançları, görüşleri, bilgileri irdeler ve eleştirir; doğru olanı, gerçek bilgiyi, bilgeliği arar; insan yaşamını anlamlı kılacak, yaşanmaya değer duruma getirecek ve mutluluğa ulaştıracak ilkeleri ve kuralları bulmak ister; bunlara uygun olarak yaşamaya çatışır. Bu ilkeleri ve kuralları, iyice araştırıp akılla bulunmuş temeller üzerinde kurmaya yönelir. Felsefi düşünce, kökü bakımından, genellikle bütün bildiklerimizi ve özellikle inandıklarımızı; eylem (ahlak) alanında yol gösterici olarak kabul ettiğimiz değerleri («iyi ya da kötü dediğimiz şeyleri), toplumun bize kabul ettirdiği ön yargıları (peşin hükümleri), tutkularımızı, duygularımızı, alışkanlıklarımızı, özgür düşüncenin süzgecinden geçirmektir; bunlardan uzak durup. Bunlara dışarıdan bakmak, bunları irdelemek, çözümlemek, iç yüzlerini ortaya koymak ve eleştirmektir. Kısacası, bilginin temeli olacak doğrulara ve davranışımızı yönetecek sağlam ilke ve kurallara ulaşmak Cabasıdır; arayışıdır.
Tarih boyunca çeşitli filozoflar gelip geçmiş, farklı ve kimi zaman birbirine taban tabana karşıt sistemler kurulmuştur. Bu sistemlerin bazıları, uzun ya da kısa süreler boyunca, insan düşüncesine ve yaşamına egemen olmuştur. Ne var ki, felsefenin özünde, yukarıda açıklamaya çalıştığımız philosophias sözcüğünün kökel (temel) anlamı her zaman var olagelmiştir. Yani felsefe, her zaman, bir doğru sevgisi ve arayışı; bir eleştiri, bir yaşayış, davranış ve ahlak sorunu olarak; doğruya ve iyiye yönelmiş bir çaba olarak ortaya çıkmıştır. Felsefe sistemlerinin ve çeşitli felsefi düşünüşlerin dış görünüşünü aşıp derinine inilince, bu sevgiyi, arayışı, eleştiriyi ve çabayı görmek her zaman olanaklıdır.